Sicilya sularında dolaşmaya başlayan bir yatçı, kısa sürede başka hiçbir yerde balıkçılarla bu kadar iç içe olunmadığını görür. Ada civarında tekneyle dolaşırken, en küçük kürekli sandaldan en büyük balıkçı teknesine kadar, avda olan balıkçılara rastlamadan bir saatlik bir süre dahi geçirilemez. Ayrıca yatçılar, limanların aslen balıkçılar tarafından kullanılıyor olması nedeniyle, teknelerine uygun bağlama yerlerini, balıkçı tekneleri arasında aramak zorundadır.
Özellikle tonbalığı avı sezonunda, balıkçılarla yatçıların karşılaşmaları veya aynı suları paylaşmaları hayli sorunlu olmaktadır. Bu dönemde geceleri, yatlar, denize bırakılmış millerce uzunluktaki ağlara takılmaktadır. Tekne sahipleri pervaneleri için endişe ederken, balıkçılar ağlarının derdine düşerler.
Limanlarda ise başlıca sorunlar bağlama yeri ve tonoz kullanımından doğmaktadır. Gece avından limana yorgun argın dönen balıkçı, yıllardır kullandığı tonoza lüks teknesiyle gelip bağlanmış bir “şaşkını’’ görünce, kendi ülkesinde ekmek parasını kazanmak için gördüğü ağır işin, yabancılar tarafından daha da zorlaştırılmasına kızar. Elbette balıkçıların, limanlarda daimi bir bağlama yeri sahibi olmak hakları yoktur; ama ‘’hobilerini başkalarının emekleriyle finanse eden bu yatçı tembeller’’, ille de balıkçıların hayatlarını zorlaştırmak zorunda mıdır?
Denizde kural ve uygulamalar, deniz taşıtlarının karşılıklı hak ve sorumluluklarını belirler. Balıkçıların yol hakkı vardır. Bu kural sadece av sırasında geçerli olsa da, balıkçı teknelerinde yol haklarını belirleyen ışıklı işaretler ve alametler daima devrededir, çünkü balıkçılar “her an iş başında” olduklarını düşünmektedirler. Geceleri boyları 12 deniz miline kadar varabilen ağlarını atmak ve sonra bunları hava aydınlanmadan toplamak zorundadırlar. Yüzyıllardır deniz, balıkçılara ait olagelmiştir; günümüzde kurallar gereği teknelerinde ışıklı işaretler ve alametler bulundurma zorunda olmaları bile onlar için yeteri kadar can sıkıcıdır, çünkü bunlar ilave gider kapısıdır.
Balıkçı, daima ağlarının yakınında bulunur, geceleri yatların ağların arasında dolaşıp, bu pahalı donanımı tehlikeye sokmalarını kızgınlıkla izler.
Bu satırların yazarı yıllarca Sicilya’da bulunarak balıkçıların düşünme biçimlerini bir parça anlamıştır. Sicilyalı balıkçının denize, deniz sporlarına ve yabancılara bakışı, Kuzey Denizi, Baltık ve hatta Malta’daki meslektaşlarından tamamen farklıdır.
Deniz, ağır iş ve yoksunluklar bölgesidir. Balıkçılar çocuk sayılacak yaşlarından beri denizden yaşamlarını kazanmak zorundadırlar. Ağlarına gittikçe daha az sayıda balık takılmakta, yakalanan bu balıklar da eskiye oranla daima daha küçük olmaktadırlar. Bir miktar para kazanabilmek için eski dönemlere göre tekne, donanım ve yakıt için çok daha fazla yatırım yapılması gerekmektedir. Pek çok genç adam ileride kendi teknesine sahip olma hayaliyle balıkçılığa başlar, ancak bu rüyasını gerçekleştirebilenlerin sayısı artık çok azalmıştır. Deniz hain de olabilir, denizcinin sağlığını, hatta canını alabilir. Bu nedenle balıkçıların, geceleyin veya kötü havada, gönüllü olarak denizde olup, kendilerini keyif için tehlikeye atan amatör denizcileri anlayışla karşılamadıkları kesindir. Buna ilaveten yat sahipleri, genellikle zengin ve ayrıcalıklı, istedikleri her şeyi elde edebilen, sıkıntı ve zorluk bilmeyen kişiler olarak algılanmaktadır. Gerçekten de Sicilya’da çoğu varlıklı kişi, sadece saygınlık (prestij) kazanmak amacıyla bir büyük motoryata veya yelkenliye sahip olmuştur.
Bu gerçeklerin etkisindeki yerli, sıradan insanlara, özellikle yabancı ziyaretçi yatlarında kendileri gibi, “normal” insanlar bulunabileceğini anlamak zor gelmektedir. Büyük sorumluluklar üstlenen kiralık (charter) tekne işletmecisi, teknede bir tatil için uzun zaman para biriktirmiş olan mavi turcular, hobileri için pek çok şeyden fedakarlık etmiş bulunan amatör denizciler veya denizde yaşayıp, sahip oldukları tek varlık tekneleri olan gezginler… Balıkçılar ise dışarıdan bakarak sadece yatçıların “zenginliğini” görmekte, onlardan rahatsız olmakta ve yatçıların balıkçıların var olmak için yaptıkları bu işe engel olduklarını düşünmektedirler.
Yetmezmiş gibi, bir de aralarındaki şu çokbilmişleri…’’Küçük ve yavru balıkları yakalamamalı, büyümelerini ve üremelerini beklemeliyiz. Trol ağı çekmemeliyiz, çünkü yunuslar bunlara dolaşıp ölüyorlar. Denize plastik atık, çöp atmamalı, atık yağ dökmemeliyiz. Mercan kayalıkları üzerinde demirlememeliyiz. Zehirli boya kullanmamalıyız.” Balıkçı ise şöyle düşünür: “Tüm bunlar diğerlerini niye ilgilendiriyor? Bu hep bizim denizimizdi, çevreyi ve canlıları koruma modası da nereden çıktı? Asıl kirliliği yaratanlar şehirler ve endüstri. Balıkları korumak? Ne saçmalık, bizim yakalamadığımızı başkaları yakalayacak. Çocuklarımız bugün karınlarını doyurmak istiyorlar, balıklar büyüyene kadar hepimiz açlıktan ölmüş oluruz.”
Bu görüşlerine katılmasak dahi, böyle düşündüklerini ve balıkçılarla karşılaştığımızda, işlerinin onlar için ne anlam ifade ettiğini bilmeliyiz. Belki limanda balıkçıları rahatsız etmeden bağlanacak bir köşe bulunur. Nereye bağlanabileceğimizi veya bağlandığımız yerde kalıp kalamayacağımızı limandaki balıkçılara sormamız daha uygun olabilir.
Bir keresinde gece teknemize çarpan bir balıkçı, karanlıktan istifade, hemen kaçıp kaybolmuştu. Ama pek çok defa böyle durumlarda bizden özür dilendi, birkaç parça balıkla gönlümüz alındı. Limanlarda ani sağanak veya ‘’marrobbio’’ tehditlerinde balıkçılar bizi hep önceden uyardı ve sakinleştirdi. Su ve elektrik taleplerimiz olduğunda, daima dostça muamele gördük.
Biz amatör denizciler, balıkçılarla tıpkı diğer tekne sahipleriyle kurduğumuza benzer ilişki kurmaya çalışmalıyız. Sicilyalı balıkçılar buna hiç alışık değiller. Bazen denizden karaya esen sert rüzgârda limana yanaşırlarken bir kadın denizcinin ağır bağlama halatlarını almasına, ustaca bir bağ atıp babaya geçirmesine veya onların yerini işgal etmiş bir yatçının epey bir bağırış çağırıştan sonra, teknesini birkaç metre yana alıp, elinde birkaç birayla balıkçının teknesine özür dilemeye ve barışmaya gitmesine çok şaşırmaktalar. Yepyeni teknesini görmek, dolaşmak istediğimiz bir balıkçının, teknesini bize ne kadar büyük bir gururla gösterdiğini hiç unutmam. Limanda kaldıkları birkaç haftalık süre boyunca bir yatçının küçük kızının balıkçılarla dost olmasının onlarda yarattığı büyük memnuniyeti de hep hatırlarım.
Balıkçıların işlerine saygı gösterelim, anlayalım. İlişki kurarken onları arkadaş veya partnerlerimiz olarak görelim. Sonuçta biz onların ülkesinde ve yaşam alanlarında sadece misafiriz. Yabancı ülkeler sadece iklim, tabii güzellikler ve tarihten ibaret değil, asıl öncelik o ülkenin insanlarında.